Psikanaliz: Joe Goldberg

Psikanaliz: Joe Goldberg

“Aşk, sahip olmadığınız bir şeyi var olmayan birine vermektir”Jacques Lacan

Geçenlerde internette bir duvar yazısı fotoğrafı gördüm. Duvarda şöyle yazıyordu: Gelecekte herkes onbeş dakikalığına anonim kalmak isteyecek. Andy Warhol herkesin bir gün onbeş dakikalığına ünlü olacağını söylerken bugünü görmüştü. Gerçekten de bugün, yani sosyal medya çağında hepimiz kısacık şöhretlere sahip olabiliyoruz. Yazdığımız bir tweet, çektiğimiz bir fotoğraf, yazdığımız bir entry, bilinir ve görülür olmanın o tatlı ama zehirli elmasından bir ısırık almamızı sağlayabiliyor. Alıntıladığım duvar yazısı ise yakın geleceğe bir bakış atıyor. Bu kadar göz önünde olmanın, kurumların ve insanların herkesi ve her şeyi izleyebiliyor, gözleyebiliyor ve hatta dikizleyebiliyor olduğu bir dünyada yaşamanın bir noktada bir handikap oluşturmaya başlayacağı aşikar. İşte You da tam bu noktadan hareket eden bir dizi.

 

Dizinin kahramanı Joe Goldberg, kitapçısına gelen bir kadını görür ve onu hızla idealize eder. Aklındaki ideali, kadına birkaç dakika içinde yansıtıp yapıştırmıştır bile. Dizinin ilk sahnelerinde Joe’nun kitapçıya gelen o ‘ideal kadın’ı sosyal medya ve internet üzerinden nasıl dikizlediğini görürüz. Kredi kartında gördüğü bir isimden, kadına ait birçok şeyi öğrenmesi çok uzun zamanını almaz. Nerede doğup büyüdüğünden tutun yaşadığı aile dramına, arkadaşlarının kimler olduğundan tutun adresine kadar birçok veriyi birkaç saatlik bir internet araştırmasıyla bulur. Dizi, insanların etkileşiminin ve varoluş şeklinin sosyal medya ile evrildiği yere dair çok yerinde ve net yorumlar yapıyordu. Özellikle gençler ve genç erişkinlerin içine doğduğu bu düzen, insanların kendilerini birer teşhir nesnesi olarak var ettiği bir düzen. Dizinin bir sahnesinde şöyle bir replik geçiyordu ki modern dünyaya ve sosyal medyaya dair çok keskin bir tespit vardı içinde: bir insan fotoğrafını paylaşmayacaksa neden İtalya’ya gider ki?

Psikanaliz: Joe Goldberg

Eylem, görülürlük ile böylesine güçlü bir bağ kurmaya başladığında şöyle bir şey oldu, eylem anlamını ve derinliğini yitirdi, yapılan eylemlerin kendi başlarına anlamı soldu, teşhir edilmediği sürece yenilen yemeğin tadı ya da yapılan gezinin eğlencesi eksik hale geldi. Bunun dizideki tezahürü bence sosyal medyadaki insan profilinin bir ifadesi olan Beck ve yakın arkadaşlarıydı. Karakterler öylesine boş insanlardı ki, neredeyse hiç derinlikleri yoktu. Sadece nasıl göründükleri ya da kimin kendilerini görüp beğendiğine odaklı bir grup insan. Hiç okunmayan kitaplarla dolu kütüphaneler, çok yakın görünen ama birbirinden hoşlanmayan insanlar…Bu da insani derinliklerinin olmaması ile sonuçlanmış gibiydi. Gerek hayata bakışları gerekse insanlarla kurdukları etkileşimin yüzeysel, sığ ve ikiyüzlü hali işte bu profilin bir görünümüydü.

 

Beck ve Joe, sosyal medyadaki teşhir ve dikiz ilişkisinin sembolize olmuş halleri gibiydi. Beck ne yaparsa yayınlayan ve ilgi görerek doyum sağlayan, Joe ise insanları dikizleyip kişisel bilgiyi güç haline getiren birer karakterdi. Joe’nun obsesyonu nedeniyle edimleri çok uç gözükse de bugün birçok insan, bittiğini kabul edemedikleri ilişkiyi tek taraflı sürdürmek için, karşı tarafa tek taraflı olarak hissettikleri duyguları doyurmak için ya da zayıf pozisyonda hissettikleri insanlara karşı güç kazanmak için ‘stalking’e başvuruyor. Joe gibi obsesif bir sosyopat olduğunuz anlamına gelmese de stalking son derece sağlıksız bir davranış ve kişiler arası güveni zeminden dinamitleyen bir eylem, çünkü birine güvenmek için o kişiye dair ‘her şeyi’ bilmeniz gerektiğinde o ilişki artık bir güven ilişkisi olmaktan çıkar, bir dedektiflik macerasına döner.

 

Sosyal medya çağında güven ilişkisinin sarsılmasının önemli bir nedeni de ilişkiye yapılan yatırım düzeyinin değişmesi. Artık herkes herkese ulaşabiliyor ve herkes seçeneklerin sınırsız olduğu inancına sahip. Bunun en güzel göstergelerinden biri insanların yaşadığı ilişki örüntüleri ve ilişkilere verilen isimler. Bundan 20 yıl önce yani sosyal medyanın doğumundan önce insanlar insanlarla sevgili olurken artık kişiler birbirinin ‘flörtlerinden’ biri oluyor. Bir kişiye yapılan duygusal yatırımın azalması hem dile hem davranışa yansıyor. İnsanın tek sevgilisi olabilirken birçok flörtü olabiliyor. Bunun da güven ilişkisi üzerine etkileri var elbette. Dizide de modern ilişkilerde olduğu gibi Beck, Joe ile flört etmeye başladığında aynı anda başka kişilerle de görüşüp sevişiyor.

Psikanaliz: Joe Goldberg

Joe ve Beck’in etkileşimi üzerinden mübalağa ile bize anlatılan şeyler aslında günümüz ilişkisine yapılan bir eleştiriydi belki de. Teşhircilik ve dikizcilik, görünür olma zorunluluğunun eylemin anlamını nasıl boşalttığı, ikili ilişkilerde ötekine yapılan yatırımın ve güvenin azalmasını obsesif sosyopat Joe ve Beck’e duyduğu hastalıklı aşk üzerinden anlatıyordu dizi.

 

Elbette diziyi çekici kılan tek şey günümüz dünyasına ve sosyal medyaya dair bu kadar keskin yorumlar getirmesi değildi. Dizinin kahramanı, belki antikahramanı olan Joe Goldberg ilginç ve korkutucu yönleriyle bizi diziye bağlamayı başaran temel unsurlardan biriydi. Joe, kadınları görüp bir anda idealize edip onları bir takıntı haline getiren bir adam. Dizi boyunca Beck’e karşı yaşadığı obsesyonu izlerken, arada daha önce Candace’e karşı da böyle şeyler hissettiğini öğreniyoruz. Dizinin başlarında henüz ne Beck ne de Candace’i tanırken Joe’nun gözünden takip ettiğimiz hikayede bu iki kadına dair benzerlikler olduğu fikrine kapılıyoruz. Dizinin sonunda ise aslında ikisinin birbirinden ve Joe’nun hayalinden çok farklı kişiler olduğu ortaya çıkıyor. Bu örtük detay aşk ilişkilerine dair çok güzel bir tespit içeriyordu.

 

Aşk, her zaman bir idealizasyondur. İdealizasyonun düzeyi ise kişiden kişiye değişir çünkü her birey biriciktir ve ruhsal yapılanması özgündür. İnsanlar aşık oldukları kişiyi idealize ederken, zihinlerindeki bir imgeyi karşılarındaki insana yansıtırlar. Kişi karşısındaki insanda barınmayan ama onda olmasını istediği özelliklerin o kişide olduğuna inanır. İlişki ilerledikçe ötekine yansıtılan ideal imge ile ötekinin uyumsuz yönleri ortaya çıkar, karşımızdaki kişi bizi hayalkırıklığına uğratır, üzer, kırar. Bütün insan ilişkileri hayalkırıklığı barındırır çünkü kimse zihnimizdeki ideali tam olarak karşılayamaz. Ruhsal olarak sağlıklı ve bağlanma-ayrışma sorunları yaşamayan kişilerde idealizasyon azalır ancak öteki ile kurulan bağ salt idealizasyondan ibaret olmadığı için ilişki daha gerçek hale gelir. Aşk azalır ama sevgi çoğalır ve bağlanma ve yakınlık güçlenir.

 

Joe’nun durumunda ise aşk sadece bir idealizasyondan ibaret. Candace ve Beck gibi birbirinden iki farklı kadını bile zihnindeki imgeye uydurarak aşık olan Joe, karşısındaki kadına zihnindeki ideali atfediyor. Kadınları aslında olmadıkları ama kendisinin arzuladığı kişi olarak görüyor. Sonra da sosyopatik ve obsesif yönlerini kullanıyor, Beck’e ait bilgileri gizlice ediniyor ve bunları Beck için oynayacağı rolün içini doldurmak için kullanıyor. Yoğun idealizasyon barındıran, saplantılı aşklara gerçek hayatta da rastlanıyor.

Psikanaliz: Joe Goldberg

Aşk şeklinde tezahür eden obsesyonların zeminini, ödipal dönemdeki belli yaşantılar oluşturur. 3-6 yaş arasında yaşanan bu evrede çocuk karşı cinsten ebeveynine aşk besler. Bu aşk erişkin aşkına benzemez ancak onun öncülüdür. Bu evrede karşı cins ebeveyne aşk beslenirken hemcins ebeveynle rekabet edilir. Ancak çocuk hemcins ebeveynin rekabet için kendinden daha avantajlı olduğunu görür, arzuladığı kişinin yani anne ya da babasının arzuladığı kişi olan hemcins ebeveynle rekabet etmek yerine onunla özdeşim kurar ve bu dönemin çatışması aşılır. Bu evre cinsel kimlik oluşumunun da temelini oluşturur. Bu dönemde ödipal arzu nesnesinin kaybına dair deneyimler, erişkin hayatta aşk ilişkilerinde obsesif, yapışmacı ve bazen hastalıklı tutumların yaşanmasına neden olabiliyor.

 

Joe da annesi tarafından terk edilmiş bir çocuk. Muhtemelen idealize ettiği kadın onun hayalindeki anne imgesinin de bir yansıması. Bu yüzden Beck’in idealindeki adam olmaya çalışıyor, ne kadar kötü muamele görse de terk edilmemek için çılgınca çabalıyor ve Beck’e neredeyse köle oluyor, onun duygusal ve fiziksel tüm ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyor.

 

Beck de bu ilişkide bir tencere-kapak uyumu olmasını sağlayacak özelliklere sahip. O da ebeveynlik açısından mahrum kalmış bir çocuk. Annesinden yardım istekleri reddediliyor. Zaten çocukluğunda da gelgitler yaşayan, evini terk eden babası erişkinliğinde de onunla sağlam ve güven veren bir ilişki kuramıyor. Bu yüzden Beck sürekli olarak kendisine destek verecek, ona bakacak kişileri hayatına sokuyor. Bir yandan da bu kişilerce duygusal anlamda sömürülüyor. Peach de Joe gibi ona hem destek veren hem de sömüren bir çeşit ebeveyn ikamesi. Terapistiyle kurduğu ilişkide terapistinin de bir baba imgesi olduğunu düşünmek yanlış olmaz ve onunla da cinsellik içeren bir ilişki yaşıyor. Joe da ona bakımveren biri oluyor hayatında. Joe’nun kendi sorunları var elbette ama Beck de ruhsal anlamda çok sağlıklı bir insan değil. Kendisine ebeveyn ikameleri buluyor ve cinselliğini kullanarak o kişileri hayatında tutuyor. Joe ile kurduğu ilişkide Beck hiçbir zaman Joe’yu gerçekten seviyor gibi gözükmüyor. Aslında Joe da Beck de bilinçdışlarındaki ihtiyaçlarını karşılamak için birbirlerini ‘bir şeye’ dönüştürüp, farkında olmadan birbirlerini kullanan iki kişiden ibaret.

 

You, görüntüde hafif bir seyirlik iken hikayesindeki detaylarla insan ruhsallığının ikili ilişkiler üzerindeki etkilerine dair güzel şeyler söylemeyi başarmış. Hem sosyal medya ve günümüz ilişkilerine yaptığı eleştirilerle hem de aşk ilişkilerine ve buradaki patolojiye dair söyledikleriyle sürükleyici ve eğlenceli bir seyirlik haline gelmiş.

 

Dizinin finalinde Oscar Wilde’ın ünlü şiiri Reading Zindanı Baladı aklıma geldi. Yazıyı ondan bir kıta ile bitireyim:
“Oysa herkes öldürür sevdiğini,
Bunu böyle bilin,
Kimi hazin bir bakışla öldürür,
Kimi latif bir sözle
Korkaklar öperek öldürür,
Yürekliler kılıç darbeleriyle”

 

Dr. Makbule Esra Koçak / Episode Dergi – Haziran 2017